Perperik-a Söe

Permanent Link to Perperik-a Söe

Toprağımda Yaşanan Acılar Adına

Perperik-a Söe… Elindeki kitabın son sayfasını bitirdiğinde Beyazıt Meydanına çoktan gelmişti. Yerinden kalkıp tramvayın kapısından çıktığından, perperika’nın kitap boyunca sessizce bağırışlarına mı, yoksa çevresinde dolaşan sesli ama sessiz yığınlara mı şaşırması gerektiğini anlayamadı. Bir süre etrafını seyretti, kalabalıkların akın akın geldiği caddenin ismine takıldı gözleri “Ordu Caddesi”. Hangi ordunun caddesiydi üzerinde yürüdüğü?  Altı yüz senedir bu topraklara hükmetmiş olan ve Dersimi bir dersimli olan Pir Hüseyin Bey’in yönetimine veren ordunun ismimiydi? Yoksa temellerini özgürlük ve modernleşme diye atıp üzerine Türkleşmeyi yerleştiren Abdullah Paşanın ordusunun ismi mi? Hayatının belirli zamanlarında yalnızlıklarda yürümeyi çok seven birisiydi. Belirli aralıklarla kendine zaman ayırır, zihnindeki düğümlerin peşine düşerdi. Ancak bu sefer beklediğini bulamadı. Çoğu zaman adımlamış olduğu bu caddenin her bir köşesi, bitirmiş olduğu romanın kalıntılarını taşıyordu adeta. Zihninin işgal mi edildiğini; yoksa yıllarca zihnine düğüm düğüm işlenmiş işgalin aklına gelen sorular ile son nefesini mi verdiğini anlayamadı.

Düşüncelerinin vermiş olduğu esinti ile adımladı Çemberlitaş’a doğru. Adımladığı her santimin altında gizlenmiş ve tarihten fışkıran çığlıklar yankılanıyordu kulaklarında. Bir zamanlar milleti sadıka dediğimiz komşularımızın “ Birkaç uğursuz cinayet işledi diye, hepimize yapılan bu sürgün revamıydı? “ diyen sesleri çınlattı kulaklarını. Mırıldandı bir an için “ Sahi iyi ile kötüyü ayırt etmek bu kadar zor muydu?  Eşkıya ile milleti ayırt etmek çok mu zordu? Perperika’nın siyah benekli kuzusunu almadan, kırmızı mühürlü kâğıdı vermek çok mu zordu? Türk Ocağının içinde bulunan II. Abdülhamit Türbesine girdi. Elleri semaya yükseldiğinde değer miydi dedi birisi “ Şapka kanunundan iki yıl önce yazılmış bir kitap için İskilipli Atıf Hocayı katletmek adalete sığdı mı? “ diye devam etti. İskilipli Atıf Hocanın ve birçoğunun iadeyi itibarlarını geri kazandırmak için çırpınan Avukat Ferit’i linç etmek Cumhuriyetin hangi kazanımıydı? Kime ne ispatlanmaya çalışılıyordu. Atıf Hocayı idama götüren trenin ardından, modernleşmenin getirdiği huzurun korkusundan sessizce ağlayarak mırıldanan Ayşe mırıldandı: “Beybabamı nereye götürüyorsunuz?” cevap veren olmadı. Ayşe’nin yaşadığı depresyonun Erzurum’da Şapka Kanununa muhalefet suçundan idam edilen Şöhret Bacının idam edilmesine şahitlik edenlerin yaşadıklarından farklı değildi. Kolay değildi, bir kadını idam etmek bizim tarih hatıralarımızda görülmeyen bir anı olarak kalmıştı.

Birkaç adım yürüyüp başını yerden kaldırdığında Sultanahmet Meydanı olacağınca şaşası ile karşısında gösteriyordu kendini, arpa tanelerine ulaşmak için mücadele veren güvercinler, uzun zamandır ağzına lokma koymadığı için sütü kesilen Melek Hanımın açlıktan ölen yavrusunun acısına dayanamayıp kendini asmasını getirmişti aklına. “ Birkaç arpa tanesi olsa diyordu. “Melek ölmeden birkaç saat önce  “ Birkaç arpa tanesi olsa kızım ölmezdi.” Ortada kalmıştı ikisininde Türkleşmiş bedenleri. Perperika’nın halasını düşündü, Melek Hanımdan daha şanslı idi. “ Kızım öldü ama en azından ölüsü kokmadı.” diye şükür ediyordu. Bu meydanda birkaç adım atsalardı otoritenin Türkleştirmek için yaktığı tarlalarının kokusundan duyarsızlaşmış burunları alır mıydı acaba essiz yemek kokularını? Peki bilselerdi tokluktan soda üstüne soda açan bu kalabalığın durumunu Melek Hanımın sesi düğümlenmez miydi? Aklına yedikleri otlar yüzünden ağızlarından sarı sular gelen ve bir zaman sonra hayatlarını kaybeden çocuklar geldikçe elindeki simit’i bıraktı kuşların önüne, dersimin ağıtçı kadınları geldi aklına ve mırıldandı ağıt yakarcasına.

“Dağlar beni koy ver gidim, yar ağlamasın yürek yanmasın. Doymadım ömrüme nasıl ölüm, yar ağlamasın yürek yanmasın.”

Ayasofya Caminin önü her zamanki gibi farklı ırktan insanların ziyaretine açılmıştı. Huzurlu ve tehlikelerden emin bir şekilde eşlerinin yanında yürüyen bakımlı kadınların, yersiz yurtsuz kaldığı için çevre köyleri dolaşarak cesetler arasında kendine kalacak yer arayan Fecire Hatundan ne fazlaları vardı? Kendisine yolu soran kişilere kibar bir şekilde yardımcı olmaya çalışan Belediye görevlisi ile Tunceli Valisi Abdullah Alpdoğan aynı devleti mi temsil ediyordu? Aklından geçen sorular ona çevresindekilerin mutlu olmasından değil, ancak mutlu mesut yaşadıkları toprakların hangi acıları taşıdığını bilememesin rahatsız olduğunu hatırlattı. Perperika’nın; İskilipli Atıf Hocanın ve Erzurumlu Şöhret bacının günahı değişen devlet ideolojisinin dişlilerine yakalanmalarıydı anlaşılan. Sahi dedi kendi kendine İskilipli Atıf Hocanın hayatının anlatın filmin adı neydi? Vicdanı cevap verdi. “Kelebekler Sonsuza Uçar” İki farklı ideolojinin anılarını anlatmayı seçenlerin Kelebek figürünü kullanması tesadüf müydü? Yurdun her köşesinden düşmanı gönderen devlet baba “Ben vatandaşımı yabancıya tokatlatmam, tokatlayacaksam ben tokatlarım demişti adeta” Atıf Hoca şapka taksa, Fecire Hatun türküm dese tehlike ortadan kalkacak mıydı?

Bugün ilk kadın pilot olarak övündüğümüz ancak kullandığı uçakla dersime ölüm yağdıran ve “Gurur duyduğum bir gündü” demeciyle vicdanının karalığını övünerek bizimle paylaşan Sabiha Gökçe’nin isminin havalimanına verilmesi ne kadar büyük bir acıydı. Abdullah Paşanın anlayışına sahip devletin icraatlarına, bugün dersimden özür dileyen devlet ne kadar direnebilecekti? Kim kazanacaktı bu mücadeleyi? Dersimlilerin tarlalarını ateşe verip, bölgeye gıda taşıyanları engelleyen ve kuzuyu koyunu toplayıp götüren Abdullah Paşanın devleti mi? Açlıktan kırılan halkın yardım isteğine jandarma gıda deposunu anahtarını vererek istediği kadar ekmek almasına müsaade eden Fevzi Müdürün devleti mi?

Sorular cevapsız kaldıkça derinleşiyor. Derinleştikçe sayıları artıyordu. İskilipli Atıf Hocanın İdamının gerçekleştirildiği meydana çok benzeyen bir yerde zihnindeki soruların cevaplarını arıyordu. Türk olmayanı Türkleştirmek nasıl bir felsefenin ürünüydü? Ermeni kökenli vatandaşların kafa kâğıtlarına neden Müslüman yazıldı? Devletin dediği olsaydı, Kürtler Türk, Ermeniler cennetlik mi olacaktı? Modernleşmeden beklentileri hayli fazla olan Dersimli kadınlar geceleri hangi devletin askerlerinden saklanıyorlardı? Canice ve olağanca acımasızlığıyla jandarmaya saldıran ve her defasında işlemiş olduğu cinayetleri savunan Hüseyin-i Çöyder neden pişman olup ağlıyordu? İnfaz edilenlerin cesetlerini yakanlara köylülerin kokudan kurtuldukları için teşekkür etmeleri nasıl bir psikolojik vaka durumuydu? Roman bitmiş ancak romanın ve romandan sonra fark edilen zihindeki işgalin bastırdıkları vakalar gün yüzüne çıkmıştı.

İskilipli Atıf Hoca asılınca devrim kanunları yerli yerine oturup, toplumdaki zikir ile fikir çatışmasını ortadan kaldırdı mı? – Soramadım.

Melek Hanımın kendisin çaresizlikten asması ve tüm yaşananlar sonucunda, dili çözülen Perperika’nın ilk sözü Türküm doğruyum mu olmuştu? – Soramadım.

Tramvay yolu üzerinde ufak adımlarla yürürken mırıldandı kendi kendine, babasının kesik başını gördükten sonra uzun zaman konuşamayan Perperika’nın, Somada babasını kömürler altına gömen Küçük Mustafadan ne farkı vardı? Yakın zamana kadar kendi kahramanlarını üreten zihniyeti, kahramanların kahraman olduğunu, ancak sanıldığı kadar masum olmadığını öğretmişti ona. Kahramanlarda insandı ve kimseye göstermedikleri karanlık bir yüzleri mutlaka vardı.

6
Paylaş

Yorum Yazın